Pazar, Kasım 24, 2013

Ögretmenlik ve ögretmenler günü üzerine


Bir 24 Kasim Ögretmenler Gününü kutladigimiz bu günde, kendim de ögretmen oldugumdan, bu konu hakkinda bir iki satir birseyler yazmak , görüslerimi bildirmek istedim.

Öncelikle ögretmenler günü hakkinda bilinmesi gereken bazi bilgileri hatirlatmak ve bilmeyenlerle paylasmak isterim:
Dünyanin bir cok yerinde aslinda 5 Ekim´de kutlanan Ögretmenler Günü ülkemizde 1981 yilindan bu yana hep 24 Kasim gününde kutlanmaktadir.  1981 yili Atatürk´ün 100. dogum yili oldugundan ve 24 Kasim tarihinde Atatürk´e "Milli Mekteplerin Basögretmenligi" sifati verildiginden ülkemizde bu tarihte kutlanir. Yani aslinda tarihcesine baktigimizda o kadar da eski bir gelenek sayilmaz. 

Bu günde genellikle ögrenciler eski yada su anki ögretmenlerini arar, hatirini sorar, onlara emekleri icin tesekkür ederler. Bunun yani sira bir cok ögrenci de ögretmenlerini hediyelere bogar ki, ben sahsen cicek ve el yapimi (örnegin bir resim, ögrencilerin hepberaber yaptiklari bir maket/ heykel , yazdiklari bir siir ) hediyeler disinda hicbir hediyenin kabul olmamasindan yanayim. Zira ögretmenler günü bazi ögrenciler ve veliler tarafindan - özellikle de okuldaki basari durumu orta ve ortanin altinda olan ögrenciler tarafindan-  tabiri caiz ise "yag -cekme" ve "yaranma"amaclariyla da kullanilabiliyor. Yahutta bazi ögretmenler bu günden faydalanmak isteyip cocuklardan dolayli yollardan da olsa hediye talep ediyorlar. 

Oysa ki ögretmenler günü hediyeden daha cok bir sükran günü olarak kabul görmelidir. Candan bir tesekkür ve vefayi göstermek : bir telefon, bir mesaj, icine iki satir yazilmis bir kart bir ögretmen icin en büyük hediye olmalidir. 

Ayrica Ögretmenler Gününün ögretmenler icin gercek bir ihtiyac oldugu kanaatindeyim. Moral ve motivasyon anlaminda bir ihtiyac: 
Ögretmenlik zor zanaattir: Bir cok insana göre "kiyak istir": Saat sekiz ila öglen iki arasi calisir ( yani yarim gün calisir), mis gibi evine dönersin. Cumartesi - Pazarin bostur, bol bol tatilin vardir. Memur kadrosuna girdiysen hayatin garantidir, ne uzar ne de kisalirsin. Bircoklarina göre. 

Bunlar dogru, ancak ögretmenligi gercekten, yürekten ve severek yapan bir ögretmenin isi aslinda zordur:

Eve gelince is bitmis olmaz: cocuklarin yazdigi makaleleri, testleri, kompozisyonlari kontrol edersin , defalarca. Bazi kargacik burgacik yazilarda takilir, gecenin gec saatlerine kadar gözünü yorarsin. Yanlis diye cizmeden önce, acaba farkli birsey mi söylemek istedi diye kendine on kere sorarsin.

Iyi bir ögretmensen onlarin altina ögrenci neleri iyi yapmis, neleri daha iyi yapmasi gerekir ve bunu nasil yapabilir diye düsünür, kafa yorar ve not edersin. 

Sinifta itilen kakilan cocuklar icin gözünü acik tutar, onlari ezdirmezsin. Onlarin da güclü ve basarili yönlerini bilir ve göz önüne cikarirsin, onlara öz güvenini arttirmaya calisirsin.

Basarili cocuklari över, daha az basarili olanlarin daha basarili olmasi icin gayret gösterir, "basarisizliginin nedeneri ne olabilir acaba?" diye düsünürsün. 

Ailesinden siddet gören, arkadaslari tarafindan dislanan, maddi imkanlari sinirli olan yada ergenlik sorunlari yasayan cocuklari tespit eder, bunlara ona göre anlayisli davranir, eger elinden geliyorsa ve istiyorsan yardim edersin. 

Bazen dersten sonra bir cocukla uzun uzun siniftaki yada baska problemleri hakkinda sohbet edersin, ona nasil yardim edebilecegini düsünürsün. Kendi zamanindan harcarsin. 

Dersten bir önceki gün, yarinin hatta diger haftanin dersini, testini, konusunu, hazirlarsin. 

Bu konuyu hangi metodlari kullanarak en iyi anlatabilecegini düsünürsün. Bir plan yaparsin. O plani eksik bulur, onu yirtar, yine bir plan yaparsin. 

Gazete, makale yada bir hikaye okurken "ben bunu su konuyla iliskili kendi dersimde kullanabilirim " der, onu keser, bir kenara koyarsin, zamani geldiginde cikarirsin. Buna benzer bir cok makale, yazi kesersin, biriktirirsin, arsivlersin. Onlar evinde kutu kutu yer kaplar.

Sen, iyi bir ögretmensen eger, yurdunda, dünyada neler oluyor - politik, sosyal, teknolojik gelismeler nedir, bilmek zorundasindir, bunlari ilgiyle takip eder, bilgilendirmek icin önce kendini bilgilendirirsin. 

Dersin sIKIci olmasin diye arada bir kullandigin metodlari degistirirsin. Olanaklar dahilinde farkli medyalari kullanirsin ( kimi zaman tepegözle, kimi zaman bilgisayalarla, kimi zaman cdlerle, kimi zaman -varsa eger- Smartboard ile calisirsin). 

Konulari bikmadan SIKILmadan, gerekirse tekrar tekrar anlatir, anlamayanlar icin farkli sekilde anlatabilmeyi denersin. 

Tenefüslerde gözün acik olur, kavga edenleri görür, ayirir, tehlikeli yada yanlis seylere meyilli olanlari (sigara, icki, uyusturucu gibi) izler, gerekirse uyayir , gerekirse gerekli mercilere bildirirsin. 

Okulunu ve sinifini kollarsin. Temiz tutarsin. Gerekirse boyar, yeniler, tadilat yaparsin. Ögrencilerine de ayni sekilde davranmalari gerektigini ögretirsin. 

Genel olarak ögrencilerine sadece ders vermez, bunun yaninda her zaman insani, dini, kültürel ve medeni degerleri de ögretirsin. 

Onlarin dogru davranislar sergilemesini bekler ve onlara örnek olursun. Örnegin gerekirse derse yetismek icin bir degil iki otobüs öncesine binersin. Onlarin zamaninda derste olmasini beklerken, sen gec gelemezsin. Bu bazen daha erken kalman gerektigi anlamina gelir, bazen daha az uyuman. 

Iyi bir ögretmensen, cocuklarin derste sadece ögrenmelerini degil, eglenerek ögrenmelerini istersin. Sakadan, mizahtan anlar, bunlarin dozunu ayarlamayi bilir, ögrencilerin seve seve derse gelecekleri, hos bir atmosfer yakalamak icin ugrasirsin. 

Ögretmensen kendine ceki düzen verirsin. Düzenli, bakimli, temiz ve davranislariyla örnek bir insan olma sorumlulugunu tasir ve bunu benimsersin. 

Veli toplantilarinda cocugu haylaz, tembel ve basarisiz oldugu halde kendileri icin bir tane olan bazi velilere cocuklarinin gercek yüzlerinden bahsedip, onlarin biraz da medalyonun diger tarafini görmeleri icin ugrasirsin.

Ögrencilerle hem arkadas olursun, hem de onlarin saygi duyduklari bir büyükleri olma dengesini kurmaya ve korumaya calisirsin.  

Kisacasi: ögretmenlik, iyi ögretmenlik; özveri, kendi zamanindan harcama, sevgi, adalet duygusu, hassasiyet ve sonsuz bir vericilik gerektirir. Yani iyi ögretmenlik zordur. Sadece 4-5 yil okuyup, egitim fakültesini bitirip, kadroya girmek ile ögretmen olunmaz. 
Bu özellikleri tasiyan, meslegini bol tatilinden dolayi degil, meslegi oldugu icin seven ve yapan tüm ögretmenlerimizin de o yüzden hem yaptiklarinin degerinin bilinmesi, hem de onlara moral ve motivasyon olmasi sebebiyle bir gün dahi olsa da bu günün kutlanmasi o yüzden önemli ve gereklidir. 

 Aydinlik, sevgi ve saygi dolu, toleransli ve her manada kaliteli insanlar, nesiller yetistiren tüm iyi ögretmenlerimizin Ögretmenler Günü kutlu olsun. 




Salı, Kasım 19, 2013

Teras keyfi

Kasim ayinin ortalarinda ne terasi, ne bahcesi ?! diyeceksiniz belki, ancak ben aslinda simdiden baharin gelmesini bekliyor, havalar isinir isinmaz kendimi bos vakitlerimde terasamiza atip ciceklerimizle ilgilenmek istiyorum.

Galiba insan büyüdükce hobileri de onunla beraber gelisiyor ve degisiyor. Bundan 10 yil önce teras, bahce , cicek deseniz burun kivirir ve bu konulari önemsemezdim ancak son bes yildir dogaya daha yakin, bitkilere canlilara daha alakadar hissediyorum kendimi.

Su anda oturdugumuz daireyi ilk kez soguk bir Subat günü gezmistik. Büyük terasi görür görmez resmen asik olmustum .Evi tutmamizin en büyük nedenlerinden biri de oydu.


Henüz oldukca bakimsiz, bombos bir terasti. Ancak daha görür görmez buranin potansiyalini kafamda hayal ettim. Terasi cevreleyen agaclari yesil, bulutlari da mavi hayal edince, bir de terasin güzellestigini düsününce, "tamam" dedik. "Budur". 

Evin gerekli tadilatlarini yapip, döseyip, evlenip, balayina gidip dönünce, havalarin ilk isinisiyla birlikte terasi güzellestirmeye koyulduk. Bize en yakin bahce merkezinden (Almanya´da Gartencenter diyorlar) bitkileri, (tabii ki) Ikea´dan da bahce mobilyalarimizi aldik. Terasa tasidik. 


Esimle isleri paylastik: o mobilya ve cardaktan sorumlu, ben ise ciceklerin ekimindendi. 


Insanin elbette bütün bir hafta sonu boyunca ugrastiginda beli agriyor ancak yazlari güzel havada degecegini bildigimizden büyük bir sevkle ise koyulduk. 


Basta elbette en sevdigim cicekler olan ortancalar olmak üzere, yaban lavantalari, petunyalar ve diger beyaz, mor ve mavi ciceklerle terastaki tüm saksilari ciceklerle doldurduk. Özellikle de saksilari simetrik sekilde yerlesmeye gayret ettik -cünkü böye daha derli toplu durduguna inaniyorum. 



Lacivert cardagimizi da kurup, altina masa ve sandalyeleri de yerlestirip, biraz da mumlar ve fenerler ile süsleyince, yaza hazir olduk. Cardagin arkasinda gördügünüz bina isyerleri. Hafta ici 17 den sonra kimse yok. Hafta sonlari zaten boslar. Üst katimizda da bir psikolog muayenehanesi var. Yani oradan da bize hafta ici belli bir saatten sonra yada hafta sonu karisan, rahatsiz eden yok. Agaclar da yesillendi mi sehrin ortasinda kimsenin göremedigi ferah bir terasta oturabilmenin sansini yasiyoruz.


Gel zaman git zaman terasta bazi eklemeler de oldu. Örnegin resimde gördügünüz fenerler gibi. Yaz aylarinda, hava sicak oldugunda ve karardiginda arada bir yakiyoruz. Gercekten cok hos ve romantik bir atmosfer katiyorlar. 


Banyo penceresinin terasa bakan tarafina da wisteria bitkisinden koyuk. Mayis ve Haziran aylarinda salkim salkim mor mor yapraklari var - sanki mor bir yagmur gibi duruyor. Bu ekildigi ilk hali. 


Bu fotografta ise wisteriamiz bir ay sonra görülüyor. Yerini sevmis olsa gerek ki, yesillendi ve cicek bile acmaya basladi. Hayalim bütün pencerenin etrafini kaplayan mor mor salkim salkim ciceklerin acmasi. 2013 bahari Almanya´ya genel olarak cok gec geldigi ve soguk gectigi icin bu sene cok cicek vermedi. O nedenle umutlar 2014 baharina kaldi diyelim. 


Wisteriamiz cok cicek vermedi ancak ortancalar baharin soguk gecmesine ragmen gec de olsa actilar. Sizce de kocaman top top cicekleriyle nese uyandirmiyorlar mi? Ayrica yaza kisa dayanikli da olduklarindan ortancalar favori ciceklerim. Mavi saksilarin icinde harika duruyorlar, bence.


Terasin bir kösesini de yenilebilir otlar bölümü olarak degerlendirmek istedik: feslegen, maydanoz, kekik, nane, dereotu ve biberiyemiz yazlari her daim taze. Bu tahtadan platform daha önce sarkan kablolari gizlemek amaciyla yapildi. Cok da pratik oldu: hem mangal yaparken üzerine bir cok tabak koyabiliyoruz, hem de terasta yemek yerken, hava cok esmiyor ve soguk degilse kuslarimizi da buraya cikariyoruz. 



En son olarak da sezlonglarin da eklenmesiyle terasimizin dösemesini tamamladik. Yine bir an önce bahar gelsin, yaz olsun olsun, ciceklerimizle ilgilenelim diye sabirsizlikla bekliyorum. Malumunuz Almanya´da cok yaz olmuyor belki ama sicak oldu mu da gercekten sicak oluyor ve böyle günlerde böyle bir terasa sahip olmanin mutlulugunu yasiyoruz. 
En sevdigim sey de: terasla ilgilenildikten sonra güzel bir sofra kurmak ve sevdiklerim ve misafirlerimle yazin ve terasin tadini cikarmak. 

Bizim sansimiza böyle büyük bir teras denk geldi. Herkesin illa büyük bir terasi olmak zorunda degil. Önemli olan sahip oldugumuz bir balkonu bile yasanabilir ve keyif alinabilir bir hale getirmek, onu güzellestirmek. Kistan sonra balkon, teras yada bahceyi adam etmek belki biraz zor oluyor, insani ugrastiriyor ancak sonrasinda cikarilan keyifi düsünüp kendinizi motive ederseniz, cabucak da halloluveriyor. 

Bir an önce bahar gelsin:) 

Pazartesi, Kasım 18, 2013

Cuperella (bir cupcake cenneti)

Sevdigim mekanlar bölümü icin ilk olarak hangi mekan hakkinda yazsam diye düsünmek ve cevabini bulmak zor olmadi hic: en sevdigim mekan acildigindan beri Aachen Pontstraße´de yer alan pasta ve cupcake cenneti: Cuperella.

Mekanin adindan da anlasilabilecegi üzere Cindrella´dan esinlenmis ve iceriye girer girmez kendinizi prensesler yada prensler gibi - kisacasi masalimsi bir ortamda hissediyorsunuz.

Pontstraße Aachen´da bir cok kafe, restoran ve barlarin oldugu, üniversiteye yakinligindan dolayi özellikle güzel havalarda ögrencilerin akin ettigi, genc, dinamik ve trendy bir sokaktir.


Burada bir Aachen´in ilk cupcake kafesinin acilacagini duydugumda cok heyecanlanmistim. Benim cupcake yemeyi de yapmayi da sevdigimi biliyorsunuz. Ve gercekten de distan da icten de gayet davetkar, hos ve farkli bir mekan olmayi, moda olmayi basardi Cuperella kisa bir zaman icerisinde. 


Her gecisimde özenle dekore edilmis penceresine uzun uzun bakmadan edemiyorum. Her pasta her cupcake adeta birer sanat eseri. Insan yemeye kiyamaz gibi geliyor ancak kiyiliyor elbette. En önemli özelliklerinden biri de pastalarin görüntülerinin kadar tadlarinin da harika olmasi. Her türlü zevke göre pasta ve cupcake mevcut. 


Iceri girildiginde - eger sayet bos bir yer bulabilirseniz - pembe beyaz harika bir ortam sizi bekliyor. Genc-yasli, ögrenci yada degil genis bir kitleye hitab eden mekanda sirf bu atmosferi solumak icin bile gelenler biliyorum:) 


Cuperella da aslinda sadece cupcake ve pasta yok, burada hafta sonlari ve hafta icleri kahvaltilar da edebilir, harika bagellar yiyebilir ve mevsime göre iceceklerin de tadina varabilirsiniz. Benim favori cupcake imi sorarsaniz: Alice Vanilla. Genellikle üzerine mavi bir cicek ekliyorlar , belki de o yüzden beni cekiyordur, bilemiyorum. 


Cuperella da ister iceri gecip oturabilir, ister cupcake yada diger güzel tatlilari eve paket de yaptirabilirsiniz. Sparis üzerine elbette dogum günleri , dügün ve diger özel günler icin de harika cupcake ve pastalar da yaptirabilirsiniz. 


Iyi bir kiz arkadasinizla gelip kahvenizi yudumlayip sohbet etmek icin, bir hafta sonu kahvaltisi yada sevgiliniz / esinizle basbasa hos vakit gecirmek icin ideal bir mekan.
Cuperella yi seviyor ve herkese siddetle tavsiye ediyorum. Bayilacaksiniz!

(NOT: son fotograf haric diger bütün fotograflar Cuperella´nin Facebook sayfasindan alinmistir)

Monschau (Almanya)

Blogumun seyahat bölümünde sizlere ilk olarak tanitmak istedigim sehir: Monschau. Geilenkirchen´e (yani oturdugumuz yere) arabayla yaklasik bir saat uzaklikta oldugundan, özellikle yazlari ve noel zamani hafta sonlari aniden karar verip severek SIKca gittigimiz yerlerden birisidir, Monschau.



Sehir Aachen´a bagli olup, Eifel daglarinin eteklerinde olan, doga ile icice, hafif daglik ve tarihi bir bölge.Yaklasik 12000 nüfusa sahip, minik bir sehir. Ilk defa cocukken, annem, babam ve kizkardesimle gitmistim. 11 yasinda cocuklarin pek ilgisini cekecegi söylenemez ancak insan büyüdükce, dogayi sevmeye basladikca bu kücük sehrin degerini ve güzelligini de anlamaya basliyor ve bu kücük sehir bir bakmissiniz aliskanlik yapivermis. Insanin arada bir gidesi geliyor.


Sehre girer girmez arabamizi sehrin hemen kenarinda, sehre yaklasik 10 dakika yürüme mesafesinde olan park yerine birakiyoruz ve yukaridaki resimde gördügünüz Rur nehrini takibe baslayip, yada insan kalabaliklarini takip edip sehre dogru ilerliyoruz. Her yer yemyesil, agaclik, taptaze bir hava ve masal dünyalarini animsatan tipik eski alman mimarisini yansitan evleri takip ede ede, sehrin icine dogru geliyoruz.


Sehre girerken hemen sol tarafta kalan bir atölye/ev var. Bu evin bahcesi herkese acik. icinde sincaplar o daldan bu dala atliyor ve muhtesem bir bahcenin icinde bir cok bronz heykel görebilirsiniz. Bunlarin bazilari evin kendi sahibine ait, bazilari ise satilik. Ileride bahceli evim oldugunda, bahce süsleri icin nereye gelecegimi simdiden biliyorum.


Heykellerin yani sira Monschau´da bir cok büyüklü kücüklü el yapimi ürünler satan dükkanlar ilginizi cekecektir. Sabuncular, sarapcilar, soscular, kücük heykeller ve biblolar yapip satanlar, örgü ve el isleri , örnegin kece isleri satanlar vs. Burasi tam bir yaraticilik ve sanat merkezi ayni zamanda.

Sokaklar tertemiz, her ev ayri cekici ve her evin penceresinde mutlaka rengarenk cicekler var. Diyorum ya: insan kendini adeta bir masalin icinde gibi hissediyor sokaklarda yürürken.



Peki, Monschau da ne yapilir? Monschau hafta sonu gezileri icin, örnegin bir Cumartesi ögleden sonrasi icin idealdir. Kesinlikle spor yada düz taban ayakkabi giyilmelidir, zira yerlerin hepsi paket tas yada toprak. Sehir ici gezilir, dükkandan dükkana gecilir, alisveris yapilir ve özellikle aktif olmayi sevenler Monschau´u cevreleyen tepeler üzerinde kücük bir trekking yapabilir. Yazin bir de en güzeli Monschau´da piknik yapmaktir. Tepelerden birine cikip bütün Monschau´a yukaridan bakmak ve piknigin ardindan güle oynaya tepelerden asagiya dogru inmek - ki bu her zaman daha kolay gelir hani insana - cok hostur. 


Benim icin en güzel seylerden biri her seferinde , bikmadan usanmadan, 13. yüzyilda insaa edilmis olan Monschau kalesine cikmak ve kalenin pencerelerinden asagiya dogru bakip , uzun uzun sehri izlemektir. 


Genelde Almanya´ya ilk defa yada Almanya´nin bu bati bölümüne gelen misafirlerimizi gezdirmeye buraya mutlaka getiriyoruz. En az 10 kez gitmis olsam da, her defasinda severek gidiyorum, Monschau´ya. Ancak kalenin tepesine kadar cikmak tabii ki biraz sportiflik gerekiyor..Zira onca merdiveni ve dik yokuslari , dar yollari gecerek bu güzel tepe noktasina variliyor. Yani cok kücük cocuklari yada yaslica misafirleri olanlara göre degil. 


Ancak elbette her yokusun bir de inisi var. Bu merdivenleri arkamizda birakip hemen sehir merkezinde yer alan güzel bir kafeye atmak istiyor insan kendini . 


Kafelerde secim yapmak cok zor. Almanlarin pastalari meshur. Hepsi ayri güzel ve lezzetli ancak Monschau´a gelen tabii ki "Monschauer Düttchen" yemeli. "Monschauer Düttchen" kati ve kalin bir krep hamuru gibi. Icine bir iki top vanilyali dondurma yada krema konulup servis ediliyor. 


Dogrusu biraz kalorili ancak onca dag bayir gezmenin ardindan fazlasiyla hak edilen bir tatli. Elbette kisin sadece sicak yazlari ise de soguk bir icecek de tercih edebilirsiniz. Kafede otururken sakin acele etmeyin.Genel olarak: Monschau´da acele etmeyin. Burasi aceleye gelecek bir yer degil. Bu sehrin tadini cikarin derim. "Fachwerkhaus" denilen kendine has mimarisiyle insani büyüleyen evlerin cevreledigi carsinin zevkine varin. Kendinizi sanki orta cagda gibi hissedeceksiniz. 


Sadece bir gün yetmez, ben bütün hafta sonu kalmak istiyorum diyenleriniz olursa, sehirde onlarca birbirinden güzel ve otantik oteller var. Gecesi maksimum 100 Euro ya cok hos bir otelde konaklayabilirsiniz. 

Monschau yazin cok güzel dedik - öyle de, ancak bir de Noel zamani bu kücük sehri gelip görmeli: carsinin tam ortasina dikilen, isiklandirilan ve süslenen Noel agacinin etrafina bir Noel pazari kurulur. Sicak sarap, sicak kakao, közde kestane ve bircok diger güzel koku esliginde insanlar biraraya gelir - hele bir de kar yagarsa, iste o zaman hic ayrilmak istemez insan bu kücük sehirden. 


Yolu Aachen civarlarina düsen herkesin görmesini siddetle tavsiye ederim. Cok seveceginize eminim. 

Zeytin penguenler

Özellikle kis aylarinda sofralariniza renk ve biraz da farklilik ve hosluk katmak istiyorsaniz, hele bir de cocuklariniz yada icinizde hic büyümeyen bir cocuk varsa, bu zeytinden penguenler tam size göre:

Biraz ugrastirici ancak sonuc icin deger bence;)

Ihtiyacimiz olan malzemeler:

Siyah cekirdeksiz zeytin (yüzeyi burusmamis, parlak olanlardan)
Krem peynir
Havuc
Kürdan

Yapilisi:





Önce havucu traslayip enlemesine ince, yuvarlak bir parca kesin.











Bu parcadan minik bir ücgeni cikarin. Bu bizim ayaklarimiz olacak. Cikardigimiz ücgen ise gagamiz daha sonra. Kac tane penguen yapmak istiyorsaniz, o sayida havuctan ayaklar yapin.









Bir iki kasik kadar krem peyniri bir plastik posede doldurun ve ucuna minicik bir delik acin.
Cekirdeksiz zeytinlerin bir yanini boydan boya bicakla kesin. Ve plastik posede doldurdugumuz krem peyniri yarilmis zeytinin icine SIKIN. Yandaki resimde gördügünüz gibi.







Diger ikinci bir cekirdeksiz zeytini de yanlamasina bicakla hafifce kesin ve icine ayaklardan arta kalan ücgen parcayi SIKIstirin. Bu bizim gagamiz olacak.














Ardindan yine yandaki resimde gördügünüz gibi ayaklarin üzerine dikey bir sekilde bir kürdan dikin. Ici peynirle doldurulmus zeytini üzerine yerlestirin : bu gövdemiz olacak. En son olarak da kafasini kürdana saplayin. Minik penguen hazir bile:)













Peynirden yapilmis kardan adamimizin etrafina yerlestirin. (Maalesef elimde sadece 6 cekirdeksiz siyah zeytin kalmis, cok gec fark ettim. O yüzden sadece 3 tane penguen cikti). Ne kadar cok penguen o kadar kislik bir görüntü.

(Peynirden kardan adamin adim adim yapilisi da baska bir sefere)





Afiyet olsun:)

Asure

Blogumda ilk olarak paylasmak istedigim tarifin asure olmasina karar verdim. 

Önce biraz genel bilgi: 

Hicri takvime göre Muharrem ayinda yapilan bu geleneksel tatli, genelde Muharrem ayinin onunda yapilir. Rivayete göre Nuh´un büyük tufandan sonra karaya ayak bastiginda elinde kalan son malzemelerle bu tatliyi yaptigi söylenir. 

Asurenin olmazsa olmaz malzemeleri: nohut, kurufasulye,bugday ve sekerdir. Diger malzemelerin hepsi zevkinize göre degisebilir. Genellikle en az 10 malzemeden olusmasi makbuldur. 

Ben bu malzemeleri kullandim: 



Malzemeler: 


1 su bardagi bugday (haslanmis)

1 su bardagi nohut( haslanmis)

1 su bardagi kuru fasulye (haslanmis)

arzuya göre : 

yarim cay bardagi dogranmis kuru incier (önce biraz suda bekletirseniz güzel olur)

yarim cay bardagi dogranmis kuru kayisi (önce biraz suda bekletirseniz güzel olur)

yarim cay bardagi kuru üzüm (önce biraz suda bekletirseniz güzel olur)

yarim cay bardagi kus üzümü 

yarim cay bardagi dolmalik fistik 
1-2 yemek kasigi tarcin 
1-2 yemek kasigi gül suyu 
1 portakalin kabugunun rendesi 
1 su bardagi kadar seker (yada daha sekerli seviyorsaniz, daha falza)




Süslemek icin: 

nar taneleri 

dövülmüs findik, sam fistigi, ceviz 


(Malzemelerin ölcüsünü ve miktarlarini elbette kisi sayisina ve arzunuza göre arttira- yada azaltabilirsiniz.)






Bunlar malzemelerimiz. 

Mümkünse bir gece önceden bugday, nohut ve kurufasulyeyi islayiniz. Yahutta benim gibi düdüklü tencerede hemencecik yumusamalarini saglayabilirsiniz. 














Önce bugdaylari düdüklü tenceremde hasladim. Suyunu icinde biraktim.
















Üzerine haslanmis nohutlari ekledim.


















Simdi de haslanmis kuru fasulyeleri.















Ardindan sirayla bir cok malzemesini ekleyecegiz: dogranmis kuru kayisilari,
















dogranmis ve biraz suyun icinde bekletilmis kuru incirleri,


















Kuru üzümleri,
















Kus üzümlerini,

















Dolmalik fistiklari,

















Rendelenmis portakal kabuklarini,

















Bolca tarcini,


















Biraz da gül suyunu,

















Toz sekeri ekleyin veee
















karistirin, karistirin, karistirin.
Bu noktada eger suyu az gelirse, kaynar su ekleyebilirsiniz.
Yavas yavas koyuldugunu ve kivamini aldigini göreceksiniz. Cok sulu olursa da, iki-üc yemek kasigi nisasta ile soguk sütü ayri bir kapta karistirip, pürüzsüz bir karisim elde edince de pismekte olan asurenin icine atabilirsiniz. Bu sayede kivamini bulacaktir.









Asure genellikle tipik olarak nar taneleri ile süslenir. Asureniz koyuladursun, siz de bu arada hemen nar tanelerini cikarin.















Asureyi elbette kendimiz de yeriz ancak asil amaci konu komsuya dagitmaktir. O yüzden, süslemeden önce dagitmak istediginiz kisileri belirleyip, ona göre miktarlarda kaplara doldurunuz.














Simdi ise, bana göre, isin en eglenceli kisminda: süslemekte. Arzuya ve zevkinize göre kuru yemislerle ve nar taneleriyle süsleyin.










http://www.gokceyle.blogspot.de/mavimutfak/asure





Evinizdeki muhtesem tarcin kokusu esliginde, ister sicak sicak, ister soguk sekilde tüketebilirsiniz.

Sonbahar ve kis aylarina cok yakisan, doyurucu ve göz alici bir lezzet.








Afiyet olsun :)http://gokceyle.blogspot.com/2013/11/mavimutfak/asure