Pazar, Kasım 19, 2017

O kadar dili nasil ögrendim?

Insanlarla karsilasip, tanisinca bana yöneltilen sorularin basinda o kadar dili nasil ögrendigim yer aliyor. (Türkce, Almanca, Inglizce, Fransizca, Latince, Ispanyolca, Italyanca, Portekizce ve Yunanca'dan bahsediyoruz)

Öncelikle bir yabanci diller ve edebiyati bölümü mezunu ve ögretmeni olarak belirtmeli ki, günümüzde cok dillilik artik öyle nadir rastlanan bir durum degil. En azindan Avrupa'da bu böyle. Genelde Amerika'da ve Türkiye'de bu kadar farkli dil bilmek büyük bir anormallik gibi karsilanirken, Avrupa'da bu artik neredeyse olagan bir durum.

Benim elbette ki, ana dilim Türkce. Almanya'ya gelene kadar yani 1995 yilina kadar sadece Türkce konustum, yazdim, bildim.

1995 yilinda Almanya'ya gelisimiz sanirim dil anlaminda ve daha sonra yabanci diller kariyeri secmem yönünde benim icin kuskusuz bir dönem noktasiydi.  Almanya'ya gelecegimiz belli olur olmaz babam beni Konya'da Tömer dil kursuna yazdirmisti. Iki üc ay da gitse, iki üc kelime de ögrense kardir hesabi.

Dil kursu benim icin genelde sIkIcI geciyordu. En kücük katilimci bendim (11 yasindaydim) ve diger tüm ögrenciler ya üniversite ögrencisiydi, ya da en az 30 - 40 yaslarinda insanlardi. Ilk almanca ögretmenim Ahmet Dalgicoglu süphesiz ki dersini güzelce anlatip herseyi aciklasa da ben der die das, Akkusativ Dativ'ler icinde kendimi kaybolmus hissediyordum.

Sonuc olarak Almanya'ya geldik, ve ben hic bir sey ögrenmemis oldugumu düsünürken, aslinda az da olsa birseyler ögrenmisim Almanca sinifinda. Anneli Harling benim Almanca ögrenmemde en büyük emegi gecen insandir. Kendisi o zaman 40larindaydi, bundan 22 yil önce ve Almanca ögretmeni ve pedagogtu ayni zamanda. Onunla hafta 3 saat olmak üzere özel Almanca derslerine basladik.

Bu arada ben Gymnasium 5. sinifa yazildim ve okula basladim bile. Aslinda Türkiye'de ilkokulu yani o zamanlar sadece 5 yil olan okulu bitirmistim, yani 6. sinifa gitmem gerekiyordu, ancak Gymnasium'un yani Alman lisesinin müdürü benim 5. sinifi tekrar etmemde fayda oldugunu üsteledi. Ne Inglizce ne de Almanca biliyordum cünkü. Kabul ettik ve 5. sinifa sinifta kalmamis olmama ragmen Almanca bilmememden dolayi tekrar gitmistim.

O zamanlar bu bir yilin cok büyük bir kayip oldugunu düsünsem de, bugün geriye bakinca dogru adimi atmis oldugumuzu görüyorum.

8 ay icerisinde, Anneli'nin de destegiyle Almanca ögrendim. Konusuyor, yaziyor, anliyor, tercüme edebiliyordum bir cok seyi artik. Ama bu 8 ay boyunca cok ama cok calismistim. Burcum koc burcu oldugundan mi bilmiyorum ama acayip hirsliyimdir. Kafama birseyi koyduysam mutlaka yaparim.

Yavas yavas bütün derslere, yazililara katilip diger cocuklar gibi notlar almaya baslamistim. Ve bu ilk yilimda fark etmistim ki, ben yabanci dilleri seviyordum ve bana garip bir sekilde ögrenmek zor gelmiyor aksine hosuma gidiyordu.

5. sinifta ayni zamanda Inglizce egitimi de vardi okulda. Onda da bana en cok babam yardimci olurdu. Anneli'yle Almanca babamla Inglizce calisirdik okuldan sonra.
Özellikle Inglizce'de kisa sürede sinifin en iyisi olmustum, ögretmen bana fazladan alistirmalar verir olmustu.

7. sinifta Fransizca da eklendi. Herr Apweiler adinda harika bir ögretmenimiz vardi. Kendisi 7 dil biliyordu ve ben onu bu konuda kendime cok örnek aliyordum. Fransizca'nin yazilisi ve okunusu gece ve gündüz misali bambaska olsa da, bu dil de benim cok hosuma gitmisti.

9.sinifta Latince dersini sectim. Diger alternatif Informatik yani bilesim teknolojisiydi. Yani benim icin karar oldukca kolaydi aslinda. Sayilarla aram hic iyi olmadi, ben hep kelimeleri, dilleri sevdim. Latince ölü bir dil olmasina ragmen, Almanya'da özellikle Gymnasium'larda elit bir ders olarak cocuklara sunulmaktadir. Bugün Roma Imparatorlugu'ndan kalma cogu eserin üzerindeki yazilar Latincedir. Bunun disinda bir de bir tek Vatikan'da Papa ve kardinaller tarafindan kullaniliyor olsa da Almanya'da yine de hümanist bir egitim cercevesinde degeri büyük.
Herr Kling - bu güne kadar gördügüm en iyi ögretmenlerden biriydi - bana Latince'yi cok sevdirdi.

Bu arada Romen dillerinde isin kilit noktasi Latince. Latince biliyorsaniz Ispanyolca, Italyanca, Romence ya da Portekizce ögrenmeniz cok daha kolaylasiyor.

11. sinifta da Ispanyolca eklendi repartuara. Dedigim gibi Latince ve Fransizca bildigim icin Ispanyolca hic zor gelmedi bana. Hatta tinisi ve kelime zenginligiyle en sevdigim dillerin basinda geliyor.

Üniversitede Inglizce, Ispanyolca ve Fransizca dili ve edebiyati bölümünü secmem bu nedenle hic de sasirtici olmadi sanirim. Basindan beri dillerle ilgili bir sey okumak istedigimi cok iyi biliyordum.

Üniversite egitimim boyunca da farkli diller ögrenmeye devam ettim. RWTH Aachen Sprachenzentrum 'da, yani Aachen Üniversitesi Dil Merkezi'nde Italyanca, Yunanca ve Portekizce kurslarina da katildim.

Italyancam B2, Portekizcem A2 ve Yunancam A1 seviyesinde.

Elbetteki bildigim bütün dilleri ayni derecede iyi bilmiyorum. Bu zaten onlar icin sarf ettigim yillarin sayisina orantili olarak imkansiz.

Ama uzun lafin kisasi su ki: ne ben bir dahiyim, ne de bu isin bir sirri var. Sadece ihtiyaciniz olan sey sunlar: disiplinli calisma (yilmadan, usanmadan kelime ögrenme, ezberleme), merak ve ilgi. Bu ücü olmadan yabanci dil ögrenmek cok cok zor.

Bu arada elbette ögretmenlerim yönünden cok sansliydim, kendileri de ögrettikleri dili seven, severek ögreten egitmenlere denk geldim hep. Onlarin motivasyonu bana motivasyon oldu.

Ama iyi ki sevmisim ki bu kadar, bugün kendim de böyle motive bir Inglizce, Ispanyolca, Fransizca ve Almanca dili ve edebiyati ögretmeniyim.






Kedisiz hayat cok bayat

Kendimi bildim bileli hayvanlari sevmisimdir. Babaannem ve dedem köyde yasiyorlar. Cocuklugumda ve gencligimde her yaz tatilinde köye gittigimizde orada tavuklar, ördekler, kediler, köpekler, inekler, koyunlar, kuzular, arilar her türlü hayvanla hasir nesir olurdum her daim.

Maalesef ailem hic bir zaman bir ev hayvanimiz olmasina izin vermedi. Onlarin catisi, onlarin kurallari elbette. Ama biliyordum ki, bir gün kendi evim oldugu zaman mutlaka bir ev hayvanim olacak, olmali.

Esim de benim gibi bir hayvansever. O nedenle cok sansli hissediyorum.

Evlendikten dört sene kadar sonra ev hayvani sahibi olmayi cok istedik. 1 Mayis 2016 da Söbiyet girdi hayatimiza.

(Söbiyet'in evimizdeki ilk günü (1Mayis 2016)- ne kadar da miniminnakmis ) 

Söbiyet 16 Subat 2016 dogumlu, Maine Coon cinsi beyaz, uzun tüylü bir kedi. Onu burada, yani Almanya'da bu cins kedileri lisanli olarak yetistiren bir aileden aldik. Maalesef yüzde yüz sagir. Bu nedenle 450 Euro'ya satin aldik.

Hem apartman dairesinde yasadigimiz hem de Söbiyet sagir oldugu icin ev kedisi. Disariya cikmasina müsade etmiyoruz, cünkü yoksa duymadigindan arabalar tarafindan ezilebilir.

Maine Coon cinsi kedilerin lakabi "nazik devler". Dev gibi görünüslerinin , aslanimsi tavirlarinin altinda aslinda o kadar nazik ve sicakkanlilar ki, insan hemen baglaniyor.

(Söbiyet'in Kasim 2017 deki hali)

Ilk kez kedi almayi düsünenlere ya da Maine Coon cinsi tercih edip etmemek arasinda kalanlara, kesinlikle almalarini tavsiye ederim.

Bu uzun tüylü, büyüdüklerinde 10 - 12 kiloya kadara varabilen, sevimli, nazik kediler tam bir cocuk ve aile dostu varliklar. Biz su ana dek bize ya da misafirlerimize vahsi bir davranislarina rast gelmedik.

(Yakisikli Söbiyet'im)

Söbiyet'imizi hatta o kadar cok sevdik ki, biz sabah evden cikip aksam dönene kadar yanliz kaliyor, belki üzülüyor ya da yanliz hissediyordur diye ayni anne ve babadan dogan bir de kiz kardes aldik ona: Sütlac.

(Sütlac kizimizin evimizdeki ilk günü - 30 Mart 2017)


Sütlac Söbiyet'in aksine tamamen saglikli. Yüzde yüz duyuyor. O yüzden Söbiyet'ten biraz daha hareketli. Bizim kapiya anahtari soktugumuzu duydugu an kapida bitiyor mesela. Kulaklari sürekli hareket ediyor saga sola. Sütlac'in fiyati saglik karnesi tam not aldigi icin 750 Euro idi. (Fiyatlari bu arada böyle bir hayvana sahip olmak kaca mal oluyor diye merak edenler vardir diye ekledim)

Karaketer olarak da biraz daha farklilar. Örnegin Söbiyet suyu cok seviyor, yikaniyor. Sütlac suyun sesini duyar duymaz kaciveriyor. Söbiyet biraz daha agirbasli, istedigi zaman kendini sevdiriyor. Sütlac ise her daim sevilmeye izin verir, bir yilisik :)

(Camdan disariyi izlemeye bayilir Sütlac)



Sütlac'imiz da bize 30 Mart 2017 de geldi. Kendisi 01 Ocak 2017 dogumlu. Sansli bir yilbasi kedisi.

Önceleri acaba biribirleriyle iyi anlasirlar mi diye korkmadik degil tabii ki. Ancak abi kardes cok iyi uyum sagladilar. Beraber yemek yiyiyor, uyuyor, oynuyor ve yaramazlik yapiyorlar.






1 Mayis 2016'dan önceki hayatimizi düsünüyorum da simdi: birseyler eksikmis.

Kedisiz hayat bayatmis megersem.

(Sütlac kizimiz ve babasi)

Su anda isten  ya da tatilden dönerken, onlarin bizi bekliyor olmasini bilmek bile insanin icini isitiyor. Kedi nankördür demisler. Asla katilmiyorum. Tek istedikleri biraz yemek, biraz su ve ilgi.

(Istedikleri ilgi olsun- bizde cok ) 

Insana yasattiklari kayitsiz sartsiz sevgi, o kalbi yumusatan bakislari, biraz da sapsik halleri ise cabasi.

Kedisiz hayat bayat. Alin bakin, anlayacaksiniz ne demek istedigimi.


Pazar yürüyüsleri

Uzuuun bir aranin ardindan merhaba. 

Epey oldu yazmayali. Dört yil gecmis tam olarak. Bu dört yil icinde cok seyler oldu bitti, bunlarla ilgili daha sonra yazacagim. 

Bloga öncelikle Pazar yürüyüsleri hakkinda kücük bir yazi ile dönmek istiyorum. 

Yagmur yagmadigi, firtina olmadigi sürece, esimle birlikte pazar günlerini güzel degerlendirmeyi, biraz disariya cikip yürümeyi, doganin icinde olmayi cok seviyoruz. 

Almanya'da yasayinca insan bu konuda sansli oluyor sanirim. Arabayla uzun bir yolculuk geregi duymadan, evden cikip 100-200 metre sonra kendimizi doganin icinde buluveriyoruz. 

Genelde Geilenkirchen'den Übach-Palenberg'e kadar yürüyor ve geri dönüyoruz. Tam 10 kilometre oluyor. Bazen de , hava günesli ise, daha da uzun yürüyüsler olabiliyor. 

(Fotograftaki neredeyse her hafta sonu yürüdügümüz Geilenkirchen rotamizdan bir kare) 

Bazen de hatta üsenmeyip Vaals'e gitmeyi cok seviyoruz. Vaals Aachen'in hemen yanibasinda, sinirdaki bir Hollanda sehri. Icinde Hollanda'nin en yüksek noktasi olan Dreiländerpunkt'u barindiyor. Burasi ayrica 3 ülkenin (Almanya, Hollanda ve Belcika'nin) sinirlarinin kesisme noktasi. 

Ormanlarla cevrili, icinde yürüyüs parkurlari olan ve özellikle de sonbahar aylarinda yapraklarin sararmasi, kizarmasiyla birlikte renk cümbüsüne dönüsen sevimli bir yer. 

En keyiflisi de yürürken elele tutusup bol bol konusmak. Isten, gücten, aileden, bizi mutlu ya da sinir eden, moralimizi bozan, ya da sevindiren, bizi korkutan ya da güldüren seylerden bahsetmek. Genelde de gelecek hakkinda konusmak, hic bitmeyen planlardan, hedeflerden :) 

Bu aralar mesela en cok ev yaptirmak mi bitmis bir ev satin almak mi mevzusunu konusuyor / tartisiyoruz yürürken. 


(üstteki iki fotograf da Vaals'taki parkurumuzdan)

Dogada yürümek, yagmurun, topragin kokusunu almak, yapraklarin hisirtilarini isitmek, bir cok cesit hayvani dogal ortaminda görmek, mantarlarin, ciceklerin, agaclarin fotograflarini cekmek iyi geliyor insana. 






Sagligimiz el verdikce hafta sonu yürüyüslerimize devam edecegiz gibi. Eger sizin de cevrenizde 5 - 10 kilometre ya da 1 - 2 kilometre bile olsa yürüyüs imkaniniz varsa, hic üsenmeyin, cikin disariya derim.  Dinc ve fit kalmanin yanisira, en güzel yani kafayi sifirlama etkisi.  

Hepinize güzel pazarlar.  Bundan sonra arayi cok uzatmadan düzenli araliklarla yeni yazilarla bulusmak üzere. 

Asagidaki fotograflar da bugünün yürüyüsünden :) 










https://gokceyle.blogspot.de/2017/11/pazar-yuruyusleri.htmlşşşşşş

Pazartesi, Kasım 25, 2013

Balkabakli pay (Pumpkin pie)

Eskiden her Sükran Günü aksami babamin calistigi üste bir yemek verilir, üste calisan bütün aileler bu yemege katilirlardi. Hayatimda ilk defa o zaman, 14-15 yaslarimdayken yemistim balkabakli payi. Muntazamca kesilmis bir dilim ve üzerinde hem hos bir süsleme hem de extra tat olarak da krem santisi ile birlikte. 
17 yasimda bir seneligine gittigim Amerika da da, yanlarinda yasadigim Amerikan ailedeki "annem" Mrs. Murray cok cok güzel yapardi bu payi. En cok da orada müdavimi oldum. 

Ülkemizde balkabagi aslinda bolca yetismesine ragmen, kabak tatlisi disinda pek bir yemegi yada tatlisi yapilmiyor maalesef. Halbuki bilgimiz klasik kabak tatlisinin disinda, balkabakli paylar ve balkabagi corbasi da enfes. 

Bugün sizlere balkabakli payin tarifini verip , adim adim fotograflariyla nasil yaptigimi anlatacagim. 

Malzemelerimiz bunlar: 

Tabani icin:
1 su bardagi un ( gerekirse daha fazla)
1 su bardagi pudra sekeri 
150-200 gram tereyagi
1 paket vanilin 
2 yumurta 
gerektigi kadar soguk su (azar azar)

Ic dolgusu icin:
2 kap balkabagi puresi
1/2 kap esmer seker
3 yumurta
3/4 kap yogunlastirilmis süt (Kondensmilch)
1 ve 1/2 tatli kasigi rendelenmis taze zencefil
3/4 tatli kasigi tarcin
1/8 tatli kasigi toz karanfil
1/8 tatli kasigi tuz
1 yumurta (2 tatli kasigi su ile cirpilmis) (uzerine surmek icin)

Uzeri icin 
1 kap krem santi
yada sonbahar meyveleri, 
yada her ikisi de;)




Ben ic dolgusu icin bu seferlik hazir bir karisim kullandim. 
Hazir karisim kullanmayanlar, 2 kap balkabagi püresi, 1/2 kap esmer seker, 3 yumurta, 3/4 kap yogunlastirilmis sü, 1 tatli kasigi rendelenmis zencefil, biraz tarcin, toz karanfil ve azicik tuzu birbiriyle özdeslesene kadar karistirmali. O zaman ic dolgunuz hazir. 
Ic dolguyu hazirlayip bir kenara alabilirsiniz. 












Ben öncelikle  hazir dolguyu bir kaba bosalttim. 















Icine sütü ekledim. 




















Yumurtalari da ekledim ve karistirdim. 















Ardindan pay kalibimi ve hamuru yapmakta kullanacagim diger malzemeleri cikardim. 


















Iki yumurtayi genisce bir kaba kirdim.















Üzerine bir paket vanilin döktüm. 


















200 gram kadar tereyagini ekledim. 


















1 bardak pudra sekerini de ekliyoruz. 

















1 bardak da un ekleyin. ( Daha sonra hamurun kivamini tutturana kadar gerekirse daha fazla un da ekleyebilirsiniz) 













Hamurun kendini toparlayincaya kadar - hafif sert bir hamur olmasi gerekiyor, güzelce elinizle yogurun. 
Gerekirse un ilave edin. 
















Tezgahinizi temizleyin ve unlayin ve üzerine kivama gelmis hamurunuzu alin. 


















Hamur kendini toparlayadursun, siz bu arada pay kalibinizi güzelce yaglayin. 

















Ardindan da güzelce unlayin ve kenarda bekletin. 

















Simdi ise hamurunuzu büyük bir merdanenin yardimi ile pay kalibindan daha büyük olacak sekilde acin. 
Her kismina esit derecede baski uygulayin ve hamurun her yerinin esit kalinlikta olmasina özen gösterin. 














Simdi daha önce yaglayip unladigimiz pay kalibimizin üzerine actigimiz hamuru, dikkatlice, yirtmadan yerlestirin. Kenarlardan hafif sarkmalar olabilir, onlar sorun degil. Onlari kesecegiz. 















Kenarlardan tasanlari kesip payimizin yüksekligini pay kalibinin yüksekligine esit hale getirelim. 
Arta kalan hamurlari atmayacagiz. Onlari süslemelerde kullanacagiz. 
















Payimizin tabaninin da güzelce pismesi icin dibine catalla rastgele delikler acalim. 


















Simdi daha önceden hazirladigimiz balkabakli dolguyu payimizin icine dökebiliriz. 

















Arta kalan hamurlardan süsleme yapma zamani: 
Bu hamurlari güzelce acin. Ve istediginiz sekil kurabiye kaliplari ile icinden sekil sekil hamur cikarin. 
Ben sonbahara yakissin diye tipik bir sonbahar hayvani olan sincabi sectim. 














Kaliplarla cikardigim sincap figürlerini payin etrafina yuvarlak bir bicimde dizdim. 
Isin bu kismi tamamen sizin yaraticiliginiza bagli. Istediginiz sekilde süsleyebilirsiniz. 














Daha önceden isittigimiz firinimizda balkabakli payi 200 derecede tam bir saat pisirecegiz. 
(Pisirme süresi firina göre degisebilir - bazi firinlarda belki 50 dakika da yeterli olabilir. O nedenle 45. dakikadan sonra payiniza hep arada bir göz atin)













Balkabakli pay genellikle balkabagi mevsiminde, yani sonbaharda yapilir. Genel olarak üzerine birazcik krem santi SIKILarak servis edilir. Yahutta mevsim meyvelerinden kullanarak da güzel bir servis yapabilirsiniz. 
Ben frenk üzümü, altin cilek ve inciri sectim. 















Bir saat sonra balkabakli payi firindan cikarin ve on dakika kadar sogumasini bekleyin. 

















Meyvelerle yahutta krem santiyle süsleyin. 
Ve iste mis kokulu balkabakli payimiz hazir. 
Ister ilik ilik, ister dolapta 8-10 saat beklettikten sonra dilim dilim servis yapin. 









Gercekten de sonbahara yakisan, cok cok hos bir lezzet. Herkes üsenmeyip, denemeli. 

Afiyet olsun:) 









Pazar, Kasım 24, 2013

Sonbahar dekorasyonu

En sevdigim mevsim kuskusuz yaz olsa da, sonbahar yazin bitisinin kaniti olsa da, sonbahara da isinmaya basladim son yillarda. Genellikle yagmurlu, gri ve soguk gecer sonbahar günleri ve tekrar okullarin acilmasinin, isin baslamasinin ve tatililin bitmesinin isareti oldugundan sevilmez genelde. Halbuki her mevsimi ayri ayri sevmeli insan.

Yemyesil yapraklarin birden sari, turuncu ve kirmizinin tonlarina büründügü ve bize görsel bir sölen sergilediklerini düsünürsek, sonbaharda da havalarin arada bir günesli ve sicak olabilecegini hatirlarsak, serinlerde sicak icecek keyiflerini, yapraklari dökülen bir ormanin ortasinda doga ile icice bir yürüyüsü düsünürsek, sonbahari belki de sevmeye baslayabiliriz hafiften.


Yaz bitmeye baslayip Eylül ayiyla birlikte yavas yavas yapraklarin rengi de degismeye baslarken artik sonbahar havasina girmenin evi de sonbahar havasina bürümenin zamani gelir.
En gec mutfak penceremden baktigimda karsilastigim manzara bana artik mevsimin degistigini ve evi buna göre dekore etme zamani geldigini söyler adeta:


Evi mevsimlere göre dekore etmek demek elbette bütün evi yada mobilyalari bastan asaga degistirmek anlamina gelmiyor. Sadece mevcut mevsimle özlesmis renklerle ve bir kac objeyle evimize o mevsimin havasini getirebiliriz. 

Ben sonbahar geldiginde dogal olarak kahverengi, sari, turuncu ve kirmizilara agirlik veriyorum. Bir kac mantar biblosu, disardan topladiginiz renkli yapraklar yada sahte ama gercek gibi görünen ve her yil kullanabileceginiz sahte yapraklar, yukaridaki renklerde bir kac demet cicek ve mevsime özgü meyvelerle evinize sonbahar havasi katabilirsiniz. Özellikle sonbahar mevsiminde bolca yetisen, turuncu, yesil ve beyaz tonlarinda olan balkabaklari ile hem sonbahara hem de Halloweene (yani cadilar bayramina) yakisir dekorasyonlar yapabilirsiniz. 


Benim mevsime göre düzenledigim bir kac masa ve dolap vardir evin icinde. Bütün evi, örnegin yatak odasini ve banyoyu dekore etmem. Sadece antre, mutfak ve salonu dekore etmeyi secerim, bu da en cok vakit gecirdigimiz yerler olduklari icin. Yukaridaki resimdeki salon sehpasina sonbahar renklerinde bir runner, üzerine bir demet canli sonbahar renklerinde cicek, bir iki balkabagi ve plastik sonbahar meyveleri ile bu dekoru yaptim örnegin. 



Mutfakta ise kirmizi ve bej renklerde bir örtü ve Amerikan servisler kullandim. Mantar biblolarimi ve turuncu güllerimi koydugumda mutfagima da sonbahar gelmis oldu. 



Salondaki bir dolabin üzerine de yine bir sonbahar temali runner, sahte ama gercek gibi görünen sonbahar yapraklari, bir balkabagi ve canli bir sonbahar cicegi yerlestirdim. 


Ve tabii ki benim vazgecilmezim olan mumlarim. Aslinda yaz - kis mum kullanmayi severim ancak sonbahardan itibaren, havalar sogumaya ve erken kararmaya basladiginda mumlar aksamlari benim icin olmazsa olmazlardan. Hem eve daha sicak bir hava katiyorlar, hem de sarimsi isiklariyla daha da sonbaharimsi bir hava yaratmada yardimci oluyorlar. 


Ailemizin minik fertleri, sevgili muhabbet kuslarimizin kafesini de yapay ama gercege cok yakin bir sonbahar daliyla süsleyince de, iste sonbahar dekorasyonumuz hazir. 

Anlayacaginiz bir kac örtü, sonbahar renklerinde canli ve yapay cicekler , bir iki mantar, sincap yada baykus biblosu , balkabaklari ve kokulu mumlarinizla sonbahar moduna girebilirsiniz hemencecik. 

Hem zaman almadan kolayca uygulayabileceginiz hem de bir kere elinizde bulundumu her sonbahar kullanabileceginiz minik sonbahar fikirleri bunlar. 


Sonbahar aksamlarinda zaten cogumuz disari cikmiyor, evimizde kalmayi tercih ediyoruz. Dolayisiyla en cok vakit gecirdigimiz yeri güzellestirelim, sonra bir fincan sicacik cayimizi ve kitabimizi alip evimizde sonbaharin tadini cikaralim derim ben.